Arzu ettiğimiz bir çok şey gerçekleşsin isteriz.
Peki ya gerçekleşmesi için harcadığımız efor ne düzeyde?
Yemek yemeye, film izlemeye, dans etmeye, sevişmeye, alışverişe,
bakıma ve dahasına ayırdığımız vakit, harcadığımız enerji miktarı kadar
hayallerimizin gerçekleşmesi için harcasak çok mu zor tüm arzularımıza ulaşmak…
Sanırım değil.
Şu durumda tek bahanemiz olabilir: sevdiklerimize çokça zaman ayırmak.
Onlarla çokça zaman geçirmek dışında hiçbirşey bizi alıkoymamalı.
Kaldı ki o bir alıkoyma değil. Paylaşım. Şayet narsist yada bencil değilsek.
Gerçi ikisinden de biraz mevcuttur hepimizde.
Bazımız ağzına kadar bunlarla doludur ve yalnızlık ömürboyu isimli parça onların hitidir.
Geçmiş olsun.
Arzularımızın içinde yada bir yerlerinde sevdiklerimiz yoksa ne kadar yaşanırki.
Ailenizi, dostlarınızı, sevgilinizi, çocuklarınızı.
İsterseniz sadece evcil hayvanlarınızı koyun oraya, arzularınızın yakınlarına.
Hep bir bahanesi olanlarımız için gelsin: Mazeretten ibaret tüm yarım kalanlar.
Cezası bazen gözlerimizden düşer, akar yanaklarımıza, oradan dudaklarımızın kenarına,
buselerin merkezine, yakar kurutur o son öpücüğü, bazen de bir sancı ile böğrümüze işler,
günlerce, aylarca acıtır, yorar. Biraz da o yorsun, hep biz mi yorucaz.
Sadece kendimize bir kaç soru sorucaz: Ben kimim? Ne istiyorum? Ne yapıyorum?
Gerçekteyse soruduklarımız: Ne yesem? Ne giysem? Kiminle takılsam? Ne yazık.
Giriş, gelişme, sonuçtur soruların karşılığı. Sağlam bir girişle mükemmel bir sonuca ulaşabiliriz.
Mükemmelliyetçi olalım demiyorum. Sakın ha! Sorgulayıcı olalım, yargılamadan.
Bunlar bize zor mu geliyor? İşte o son tren kaçıyor. Üzgünüm bu girişle gelişmeye gidemeyiz.
Yalnızca son uca varabiliriz. Düşmek, yok olmak üzere.
Görüşmek üzere…