An var akar, an var donar kalır. Bazen bir şeyleri alır, bazen bırakır.
En güzelide sıradan bir zaman olmayıp an oluşu.
Ansızın çıkıp gelen anlar var hani şu kocamanından umudu andıran,
en kocamanından bir gülüş bırakan.. sonrasını bile “an”da bırakan.
İşte ona denk gelirseniz anlarsınız ki ne çok şey varmış dünyada yaşamaya değer,
aklınızda cümleler başlar başında hep “meğer…
Hepimiz söyleniriz zaman zaman. İncinir, incitiriz hesap günü yokmuşcasına,
küçük hesaplarla, büyük anlar yaratmaya çalışıp kaybolur kimisi.
Hah ne gereksiz bir çaba. Yan yanayken yudumladığınız herşeyi,
aldığınız her nefesi, gözlerinizin değdiği her anı, ister acı ister tatlı saklayın,
kaldırın bir rafa, yaşayadığınız anların yanına bir anı daha.
Ha anı demişken öyle anı olarak kalsın yeri gelince kaldırdığınız raftan indirin demiyorum,
anılarında bir ömrü var.
Anları ölümsüzleştirmekte, harcamakta elinizde
ama unutmayınki harcadığınız bir an olursa,
o an gidipte başka birinin hayatında en güzel an olarak hayat bulabilir.
Ve O şansı başkasına verecekseniz kendinize hiç şans vermemişsiniz demektir.
Evet farkındayım bazıları “yine çok acımasız davranmış” diyor benim için.
Sadece zaman kadar acımasız, an kadar tatlı olmakta yarar var diyorum.
Aylık arşivler: Ocak 2015
DÜNYA
Rengarenk ışıklarla donatılan bir sahnenin karanlık oyuncularıyız sadece. Savaşın sadece bir oyun olduğu, laboratuarlarında işkence tekniklerinin geliştirildiği, her türden canlının kobay olarak legal olarak kullanılabildiği acımasız bir setteyiz. Sıraysıyla öğrettikleri şeyler tüm kıtalarda hep aynı. Korku, din ve para. Şeytan üçgeni gibi geliyor kulağa. Sonra derlerki her duyduğuna inanma. Bu da işin kılıfı olabilir mi acaba? Doğuştan gelen en kıymetli yeteneği, sevmeyi köreltmek adına kurulan onlarca sistem, yazılan onlarca yalan hikayeye rağmen birileri çıkar birilerine aşık olurlar. Ama yasak elma diye birşey atmışlar ortaya, takılırsan oltaya ya yalnız ölürsün ya mutsuz,eksik yada yüreğin delik deşik.. Tıpkı dünya gibi.. hani şu sürekli kızdıgın, bereketi etiketinde olan, sadakati masum bedenlere sıkılan mermilerle ölçen, tutkunu, şehvetini söndürmek için hastalık icat eden, Kıymetli ölülerimizi süsleyebilmek için sedefli mezartaşlarını doğa ananın ortasına korkuluk gibi diken.
Bir Sevgi Fetişinin Ağzından…
İnsan ayrımı yapıyormuşum, ben bir faşistmişim.
Evet evet bunu kulaklarımla duydum.
Çok kızdım önceleri, isyan ettim. Ben insan ayırmam diye haykırdım defalarca.
Meğer haklıymış.
Tabiki ayırıyorum.
Sevdiklerimi daima bambaşka yerlere koyarım, saydıklarımı,
değer verdiklerimi hep ayırırım.
Ayrıca yeryüzünde kötülük yapmış insanları da, grupları da ve o gruplara mensup herkesi de
bir itin poposuna yuva yapabilecekleri kadar derinlere sıkıştırabileceğim doğrudur.
Ben bir sevgi fetişiyim.
Bunu seviyorum, bunu sevmiyorum diye ayıran bir faşistim demek.
O halde yaşasın faşizm demeliyim. Yok yok yine de o çirkin kelimeyi kendime yakıştıramam.
Değer verdiklerimi ayrı tuttuğum, değerlerim çakışmasın diye kıyaslamadığım,
gerektiğinde ayrı ayrı yerlerde tuttuğum insanlar için insan ayrımı yapan bir faşist olmuşum.
O zaman aşkı da sevgiyi de tek başına yaşayacaksın,
o zaman kimseyi ayırmak zorunda kalmazsın
ve kimse sana faşist diyemez.
Diyeceksinki “e tek başıma yaşarsam o zaman aşk olmaz, sevgi de paylaşılmazsa ölür”.
E karar ver, işine gelirse. Herşeyi deneyerek bulamazsın.
Ya sevdiklerimi, sevmediklerimden ayrı tutar faşist olurum yada defolur giderim arkadaş.
Elindekiyle az da olsa mutluysan tadını çıkarmayı bileceksin.
Zamanı gelir bir üst tura geçersin, bir seviye yukarıda oynarsın, kimbilir.
Yoook bana göre değil diyorsan oyuncu olamazsın, oyuncak olursun.
Geri dönüşümümüzü sağlayacak atık tesisleri, fabrikalar falan da yok. Yok olacağız yani.
Chaplin’in bir cümlesi herşeyi özetliyor aslında:
“Hayat dar alanda trajedi, geniş açıda komedidir”.
Ya geniş açıdan bak ve gülümse, yada dar alanda sıkış, tıkış…
Dar alan sevenlere bir uyarı!
Orada hayat hep itiş, kakış.
Sağır ruhlar yalnızca gürültü çıkartırlar.