Tanrı Parçacığı

Bugünlerde güzel haberler duymak, mutlu eden hikayeler dinlemek epey zorlaştı farkındaysanız. “Farkında olsak ne olacak, ne yapabiliriz ki” demeyin. Bunu yalnızca kendini hafife alan insanlar söyler. Kendini hafife alanların bir çoğu, ciğeri beş para etmeyenleri de fazlasıyla dikkate alanlardır, biat edenlerdir. Hele şu biat etmek nedir ya. Şimdilik küfür etmeyeceğim. Bu tip insanlardan hepimizin çevresinde bir miktar vardır. Kimisi kravatlı kostümlerin arkasına saklanmıştır, kimisi maddi imkanları yetmediğinden badem bıyığı, iki beden büyük kahverengi ceketiyle, kimisi döpyesi ve Louboutin papuçlarıyla. Kiminin dilinde arabesk, kiminin dilinde euro, dolar.. ikisinin ortak yanı: İçlerindeki yara. Şeytan diyor ki çarp ikisinin de ağzının ortasına. “Ya siz ne yapıyorsunuz” diye bağırıp şöyle iki sarsasım var bu gibi tipleri.

Gündemi sürekli gergin tutanlar, üzücü haberlere kaynak yaratanlar.. hepside gerçekten en adi canlılar. Sakın şuna gizli güçler falan demeyin ya. Ne gizlisi, ne gücü. Hepsi apaçık ortada. Göremediğiniz için gizli diyorsanız yalandan inandığınız, uğruna kanlı, kansız adaklar adadığınız Tanrı da mı gizli? Güç dediğiniz şey ne peki? Yetkiler mi? Para mı? Ünvan mı? Güç kendinizsiniz. Kendinize yetebileceğinizi, bir şeyler üretebileceğinizi farkettiğiniz an, güç sizsiniz. Tabi ki o biat edilenler istemez bunu. Ama siz isterseniz He-Man olun bana ne, en azından kötülere karşı savaşan iyi birini daha kazanır dünya. Fakat her biat edildiğinde iyi şeyler beklemek çok daha güç.

Çok inançlı olduğunu her fırsatta dile getiren bazı güç fukaralarının unuttuğu yada hiç bilmediği bir şey var ki; o da tüm kutsal kitaplarda yer alan şu cümle : “Ben sizi kendimden bir parça yarattım”, ” İnsanı kendi suretimde yarattım”. Cern de “tanrı parçacığı” üzerinde çalışılırken insana unutturulmuş, gerçekte kendisinin “tanrı parçacığı” olduğu. Hani derler ya ” aslansın, kaplansın yaparsın, göreyim seni” vs vs. gerçekten yaparbiliriz. Aslan, kaplan değiliz, insansınız tabiki. Adamsak, kadınsak. Gücüz biz, şayet bir olursak.

 

Reddediyorum

Ne çok severiz bir şeyleri sahiplenmeyi. Kimisi sahiplenilmeyi tercih eder.
İnsanoğlu doğumundan ölümüne dek bunları sıkça arzular.
Genetik olarak kodlanmış milyarlarcası.
Bir eşya gibi birilerine ait olmak, bir yerlere sabitlenmek istercesine.
Dünyaya gelirken kesilen göbek kordonunu, kendi elleriyle bir ona
bir buna dikmeye çalışan o kadar çok insan var ki.
Bebekken o kordon yardımıyla beslenir 9 ay 10 gün yaşar,
sonra 9 asır son güne kadar aynı şekilde beslenerek
yaşamak ister o kordonu dikebilirlerse. Bazen dikişler tutmaz, bazen dikişler atar.
Bünyeye adapte olamayan organ misali, kendi işlevlerini korurken, diğer adapte olmaya çalıştığı bedene ait tüm organları işe yaramaz hale getirebilir, adınada sadakat, aşk, sevgi vs. diyebilirler. Bilime göre histeri. İster kabullenin, ister verin reddi.
Hayat sizin, ister bağlayın o kordonu, göze alarak ezilmeyi, ister özgürce yaşayın bu şehri.
Fakat unutmayın ki adapte olamayan organ da en sonunda
o bedenle birlikte servis dışı kalacak.
Sahiplenmeyi meziyet olarak görenler;
kibirin boyunduruğu altında, üstünlük mücadelesiyle
mübadeleye uğramış olduklarının farkında olmaksızın
herkese her şeye sahip olma arzusuyla dolup, elindekileri kaybetme endişesiyle
boşalırlar. Sahipsiz kimseyi sahiplenmekten söz etmiyorum.
Fakat kim kimin sahibiki şu dünyada?
Kimsesizin kimi olmak, sahip olmak olmuş.
Reddediyorum beni kollayanın adına “sahip” demeyi, acizliğini “sahiplenmek” ile örteni.
Ben ne yaparsam yapayım.
Aklım kadar düşünebilirim, ayaklarım kadar gidebilirim,
ellerim kadar yazabilirim, biçilen ömür kadar yaşayabilirim.
Sahipsiz, sesi gür, düşleri pür, her günü hür.