Sev ki…

Zaman zaman sorarız iyilik mi kazanacak, kötülük mü???
Dedikleri gibi: hangisini daha çok beslersek o kazanır.
Bazısının ağzından ” o zaman aşkı besleyelim” cümlesini duymuştum.
Ne büyük bir hata!
Aşkmış…
Hep tatlı yanı gelir akla, midemizde hızla kanat çırpan kelebekler tabiri ile süslenir.
Siz hiç dünyayı kurtaran bir kelebek duydunuz mu?
Ya da çizgi roman dahi olsa kahraman bir kelebek okudunuz mu?
Aşk değil dunyayı, birçok zaman kişiyi bile kurtaramaz.
Hatta çokça yok etmişliği vardır.
Tıpkı Truvalı Paris’in, Sparta kralının eşi Helen’i kaçırması ile başlayan
Büyük Truva savaşı neticesinde koca bir şehri yok etmesi gibi.
Ayrıca günümüzde 3. sayfa haberlerinde okumuşuzdur.
Aşkın bünyesinde bunalım, depresyon ve türevi bir çok ruh hali mevcuttur,
Hatta buna mutasyonu bile ekleyebiliriz. Aşk bazılarını canavara, cellata dönüştürür.
Aşkına karşılık bulamadı intihar etti..
Aşkına karşılık bulamayınca öldürdü..
Ve aşkın fütursuzluğuyla gelen daha birçok yok oluş hikayesi.
3. sayfada 2. bir şansı olmayan insanlar.
Aşk acı eşiği en düşük olgudur.
Peki ya sevgi öyle mi?
Gerçek sevgiden bahsediyorum.
Karşılıksız olduğunda bile asaletini kaybetmeyen, insanı birden fazla düşünmeye sevkeden,
Ebediyetin en edepli hali, çıkarsız, duyarlı ve gerçek olan.
Aşk kadar kırılgan olmayan, güçlü, hücrelerimizi mutasyona uğrratmayan, aksine sağlamlaştıran.
Tek bir varlığa değil, hemen herşeye yetebilen kutsal bir hazine.
Canlı cansız herşeye yeten.
Tanrıya, birden fazla insana, vahşi yada evcil tüm canlılara, tüm doğaya.
Tanrının ve elçilerinin karşılık beklemeden sunduğu koca bir meyve tabağı,
Çeşitli, leziz ve her dem taptaze.
Dünyanın ihtiyacı olan tek kurtuluş projesi.
Sayısız tasarımcısı, işçisi, alıcısı olan.
Paylaştığımızda bencillik uyandırmayan belkide tek şey.
Acı veren herşeyin, tüm hastalıkların, düşmanlıkların, tüm zamanların, anların panzehiri.
Aşk mı?
Bazen tam bir “an” zehiri.
Sonsuz olabilmenin tek yolu: “sevgi”.
Kimbilir belkide “sev ki” den türemiştir.
Sev ki dünya güzel kalsın.

Ölümlüler İçin

Neden her canımız yandığında ağlarız? Bedensel yada ruhsal bir çok acının refleksi mi ağlamak? Yoksa ızdırabın dışa vurumu yada karşılığını veremediğimiz bir durumun çıkış yolu mu? Gülmek ile zıt anlamlı, siyahla beyazdan daha öte. Çünkü siyah ve beyaz karıştığında gridir. Peki ya gülmek ile ağlamanın karışımı neyi getiriyor? Koca bir hiç! Tarifi yok. Bazen tuttuğumuz takım için, bazen beslediğimiz evcil canlılar, bazende yakınlarımıza üzülüp ağlarız. Kendimiz için de ağlarız elbette fakat sıralamada en sonda yer alırız. Tabi gerçek bir bencil değilsek. Kendimiz dışında ağladığımız ne kadar çok şey varsa o kadar insanız, o kadar iyi yürekliyiz aslında. Neden gülen birine burun kıvırılırken, garipsenirken yada umursanmazken ağlayan birilerine acınır. Hatta bazen yardım bile etmek isteriz. İşte en kötü sahne geliyor. En sevdiğiniz insan yada insanlar için ağlarken onları güldürebilecek bişey yapamamak! Offfffff nasıl bir ızdırap tanrım! Düşünsenize, en yakın dostunuzu birisi üzüyor, canını yakıyor ve onu ağlarken görüyorsunuz fakat siz de ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyorsunuz. İntikam günah, kin gütmek cehennemlik sayılıyor. İman tahtan doluysa yandın! Bir offffffffff daha çek! Çünkü sevdiklerini de orada saklıyorsun.

Karar anı! Ya yardan geçeceksin ya serden! Madem ben kulum, o ise yaratan beni affedecektir. Zira ben herşeyi öteki dünyaya bırakmak, taşımak taraftarı değilim. Eee ne de olsa o taraf yeterince kalabalık, dertli.. ben de fazladan dert taşımasam iyi olur. Kimisi buna sadece ego der, bense görev paylaşımı diyorum. Yukarıda işler yoğun, hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar.

Ancak siz yinede ne olursa olsun kimseyi ağlatmayın, o vicdan varya o vicdan öyle bir meretki.. taa 70inden sonra bile iki eli yakanda seni uyutmaz, kızgın demir gibi saplanır böğrüne, diken misali batar kıçına, oturup keyif çatamazsın. Özgürlüğünü bir kibrit kutusuna kapatır gider. Diri diri koyar çatlak bir tabuta, toprağa gömse iyi… denize atar, sonunda yavaş yavaş karanlığa gömülürsün. Ölümlüler dünyasında sonsuz olan tek şey kederdir. Geriye kalan herşey toprak olur.

Peki

Peki… Ne kadar duru bir kelimedir. Dingin bir an, huzurlu bir oda gibi.
Bakmayın o kadar sakin durduğuna. Onun gücünü anladıkça kullanmak istersiniz.
Eroin gibi bağımlılık yapar fakat su kadar zararsızdır.
Bazı savaşları dindirebilecek kadar kudretli ama bir o kadarda haşmetten uzak.
Düşünsenize iki ülke savaş halinde ve birinden biri sunulan antlaşmaya peki diyor.
İşte bitti. Artık kimse ölmeyecek. Bu işin kudretli tarafını anlatan en basit örnek.

Peki ya silah olan “peki” için ne demeli?
O hayalet mermi misali yüreğimize, zihnimize saplanan.
Sevgilinizle, dostunuzla çok hararetli bir tartışma yaşarken, onun bir anda “peki” dediğin gibi olsun demesi… ardından dökülecek o simsiyah kelimelerin öncüsü olan “peki”.
İşte genelde onu takip eden son kelime hoşçakal olur. Çok acıdır, acıtır.
Sırf bu yüzden bazen birilerinin bize “peki” demesi korkutmalı.
İş o raddeye gelmeden yuları birlikte kavramalı. Yoksa pek iyi olmaz.
Hep tek nefeslik ama bazen bir ömürlük sihirli sözcük “peki”.
Bir romanda figuran gibi duran, kısa bir hikayenin baş karakteri.
Peki hayatlarımız ne kadar uzun, ne kadar kısa?
Ne kadar roman, ne kadar hikaye?