Ben dönüşüme girdikten sonra yoluma değil yolumda biri çıktı. Elimi tuttu. Sınırsız tutku ile sabırla sevgiye dönüşmesini bekleyeceğini söyledi. İkimiz de bir şeyleri unutmuş gibiydik. Bazı şeyleri tatmamış gibi. Karnı tok bedenlerin ruhları aç karakterleriydik. Zamana bırakmak gibi bir davamız yok. Zamanla akmak bizim davamız. Bu kez ne kurban ne avcıyız. Yoldaki iki yabancıyız. Her molada biraz daha birbirine aşina, biraz daha yakın iki haz parçasıyız. Sorguları değil ama soruları olan. Bir aynanın iki ayrı tarafıyız. Birimiz cam, diğerimiz gümüş. Cam kırılırsa gümüş kesilir, gümüş dökülürse ayna cama geri evrilir. Yansımayı sürdürmek için birbirlerine tutunmaları gerekir.
Birbirinize tutunun.. sımsıkı ama boğmadan, alışın ama bağımlı olmadan.
Tekrarı olmayan bir hayat yaşıyorsunuz. Buna rağmen ölümsüzmüşcesine hatalar yapıp, insan harcıyorsunuz. Aslında harcadığınız ruhunuz, nefesiniz. Şayet uyanırsanız mutlak acı ile karşılaşacaksınız. Nefretinizde boğduğunuz ne kadar insan,canlı varsa gün gelecek yüzleşmeniz için karşınıza çıkacak. Bildiğiniz hiç bir şey sizi kurtarmayacak, koruyamayacak. Zor olan bir çok şeyin verdiği hazzın aksine en zoru başarıp koca bir sıfır elde ettiğinizi anlayacaksınız. Zafer sandığınız müebbetleriniz artık çok yakın.Ya günah çıkaracaksınız ya da kuyuda kalacaksınız.
Bazı limitleri aştığınızda geri dönüş yoktur. Kendinizi bulmanıza bile fırsat kalmamıştır. Şimdi birazcık umudunuz varsa dönün geriye ve yüzleşin. Ucuz olanı yapıp yargılamak yerine özeleştiri yapın. Sonrası için endişe etmeyin. Kimin ne söylediği önemli değil şu bir günlüğüne kral olduğumuz dünyada. Huzurun saltanatında yaş almak varken, vicdanın diktasında çürüyüp gitmeyin.Bilmiyorum, bilmek istemiyorum. kimin hayatında neler oluyor. Merak dediğiniz şey bir yük. Yüklerinden arınmak varken neden damperli kamyon rolüne girer ki bir insan. O kişiler gibi olmaya özendiği için mi? Nefret ettiği için mi? Her iki durumda da taktik yanlış. Kendi kalene gol atarsın. Özeniyorsak örnek alır, onunla konuşuruz, başkaları ile değil. Nefret ediyorsak onları anmak yerine uzak kalmayı tercih eder, tertemiz bir tarlada dilediğimizi ekeriz. Durum bu kadar basitken basit oynamak bir o kadar zordur.
Sistemin dayattığı subliminal mesajlar, yakın çevremizdeki tutumlar, satın aldığımız sadece materyaller değil. Tavırlardır aynı zamanda. Benim üç kuruş etmeyecek şeylere beş kuruş verecek bütçem yok. Anlarımın birikimi ile, yılların bankasına, vadesi bozdulmadan kullanabileceğim bir hesap açmışken neden öyle saçma bir şey yapayım ki. Aynaya bakın, gülümseyin, gerekirse yüzleşin. Fakat en önemlisi o aynadakini sevin. Başkasının sevmesini “beklemek” piyango bileti almadan piyangoyu kazanmayı beklemekten farksızdır.
Kısa bir yolculuğun uzun düşleri gibiyim: Sıcak, arsız, yalnız ve rengarenk. Başı mutlu, mutsuz sonu, senaryo umarsız. Tekrarı yok, tüneli çok. Işıktan karanlığa, karanlıktan ışığa.. defalarca. Sonunda kavuşmak varsa o karanlık tüneller bile güzel. Sonu olmayan gülüşler varsa Eros’u bile üzer. Dünyanın sonu gelecekse sevgi selleri ile gelsin. Aşkta boğulalım, tutku depremlerinin altında kalalım. Gelmişe, geçmişe içelim. Gelmişine geçmişine gülelim, gelmeyen ne varsa kim varsa sövelim. Çenemiz uyuşana kadar. Uyuşuk kalplerle, buruşuk zihinlerin birlikte olduğu bedenleri bıktırana kadar tekrarlayalım. Anları, anıları dahası hazları biriktirelim. Faizi olmayan en yüksek kâr payını alıp ortalardan kaybolalım.
Gelgitlerim oldu benim de, gidip gelemeyişlerim, gelipte hiç gidemeyişlerim oldu. Geçmişimi unuttuğum, yalanlarda kaybolduğum, gerçeklerde kendimi bulduğum oldu.
Biliyorum; gitsem bir gece sıcak bir tenin avuntusuna, buz gibi uyanırım sabahına.. üzerime kar yağmışcasına. Uykularına şahitliğim cennete kapı açmışken, yalnızlıklarım cehennemde kiraya çıkardı beni. Tek başıma uyandığım her gün, birikmiş özlemlerim saplandı her yanıma. Sancısı acımasızca vurup durdu beni duvardan duvara. Kıyıp kanatamadığın yüreğimi, kendi ellerimle deştim. Gözlerimden yaş akmadı ama dişlerimin gıcırtısına koca bir şehir uyandı. Gökyüzüne bakıp ellerimi açmakla başladığım günleri, gece gözlerimi kapatıp kabuslara teslim ettim. Gelgitleri gördüm de dur gitme diyemedim. Git gel deyip diz çökemedim. Çaresizliğin beden bulmuş hali gibiydim.
Uyumak istemiyorum yalnız uyanacağımı bile bile. İnsanoğlu işte. Bile bile lades der de, bile bile uyuyamaz aslında hiç uyanamadığı şu gerçek dünyada. Bazen en sevdiğimizdir hayal alemi. Homurdanır dururuz “s*ktir et elalemi” ama ilk fırsatta mezarcı oluruz, örteriz çürük düşleri. Sonrası daha beterdir. Ya gerçekçi olacağız diye ya katili oluruz o güzelim düşlerin ya da keşiş misali bir anda inzivaya düşeriz.
Düşenler gelgitle gider de, ayakta kalan gitse de gelir.
Ayakta kalın.
Lüks mekanların, pahalı kıyafetlerin izbe ve ucuz özgürlüklerine tav olmuşuz. T.C dışına çıkacakken elimizi kolumuzu sallayarak çıkıp küçük bir kontrolün ardından özgürce gezemedikten sonra hangi özgürlükten bahsediyoruz biz ya. Yan masadaki oturan insana selam vermek istesen bile özgür değilsin. Cevap belli hayırdır, tanışıyor muyuz? Sadece bir selam fazlası değil. “Önünden ye” kültürünün ötesine geçememiş insanların sıklığı, sıkıcılığı. Şık bir sıkıcılık ve bazısı bir o kadar boş. O kadar ki; “boşları alabilir miyim” diye soran garsona “tabi şu yan karşıdaki beyi/hanımefendiyi alabilirsiniz” diyesim geliyor.
Özgür olduklarını düşünmelerine neden olan aldıkları mesajlar damarlarından değil de, kliplerden, şark dizilerinden alarak kendi bataklıklarını okyanus sanıyorlar. En önemlisi zihinleri özgür değil diye düşünüyorum. Oysa ben hiç değilse zihnimde fazlasıyla özgürüm. Mars’ta doğa yürüyüşü yapıyor, Karayip’lerde denize girip, Küba’da puro içiyorum. Neden mi Küba? Kaliteli çünkü. Ayrıca Alaska’da balık tutuyor, tanrıyla sohbet ediyorum. Bereketli oluyor inanın. “Kendini kandırma” diyenlerin herkesden daha çok kandırıldığını da eklemek isterim, zira bunu bir araştırma yazısında okumuştum. Ben sadece özgürüm, “öz-gür!”. Öz’üm gür. Ve hep söylediğim gibi tek silahım dürüstlük. Özüm istedi gözlerine bakıp dudaklarımı başına doğrulttum, boşalttım içi kelimelerle dolu mermileri. Gözlerimle delik deşik ettim tüm bedenini. Ruhsatsız zihnimle, av yasağı olan bir sezonda, hiç acımadan, çokta acıtmadan. Dokunamadıkça kavrulan zihnim, soğuktan ağlayan bedenimi ısıtıp güldürmüştü çoktan. Isınıyordum hiç yoktan. İçten yanmalı yüreğim, 12 silindirli beynimi hepten zorluyordu. Hislere ek sözler, tutku emareleri hepsi en yüksek değerlere ulaşıyordu. Ya tutku tüketiminden gidecektim ya da ek söz zehirlenmesinden.
Kısacası zihnimizde özgür olamadıkça, bir kitabın iki satır aralığı mesafede soluk alırız da, bazen iki kıta kadar uzağızdır.