ÖZ-GÜR

Lüks mekanların, pahalı kıyafetlerin izbe ve ucuz özgürlüklerine tav olmuşuz. T.C dışına çıkacakken elimizi kolumuzu sallayarak çıkıp küçük bir kontrolün ardından özgürce gezemedikten sonra hangi özgürlükten bahsediyoruz biz ya. Yan masadaki oturan insana selam vermek istesen bile özgür değilsin. Cevap belli hayırdır, tanışıyor muyuz? Sadece bir selam fazlası değil. “Önünden ye” kültürünün ötesine geçememiş insanların sıklığı, sıkıcılığı. Şık bir sıkıcılık ve bazısı bir o kadar boş. O kadar ki; “boşları alabilir miyim” diye soran garsona “tabi şu yan karşıdaki beyi/hanımefendiyi alabilirsiniz” diyesim geliyor.

Özgür olduklarını düşünmelerine neden olan aldıkları mesajlar damarlarından değil de, kliplerden, şark dizilerinden alarak kendi bataklıklarını okyanus sanıyorlar. En önemlisi zihinleri özgür değil diye düşünüyorum. Oysa ben hiç değilse zihnimde fazlasıyla özgürüm. Mars’ta doğa yürüyüşü yapıyor, Karayip’lerde denize girip, Küba’da puro içiyorum. Neden mi Küba? Kaliteli çünkü. Ayrıca Alaska’da balık tutuyor, tanrıyla sohbet ediyorum. Bereketli oluyor inanın. “Kendini kandırma” diyenlerin herkesden daha çok kandırıldığını da eklemek isterim, zira bunu bir araştırma yazısında okumuştum. Ben sadece özgürüm, “öz-gür!”. Öz’üm gür. Ve hep söylediğim gibi tek silahım dürüstlük. Özüm istedi gözlerine bakıp dudaklarımı başına doğrulttum, boşalttım içi kelimelerle dolu mermileri. Gözlerimle delik deşik ettim tüm bedenini. Ruhsatsız zihnimle, av yasağı olan bir sezonda, hiç acımadan, çokta acıtmadan. Dokunamadıkça kavrulan zihnim, soğuktan ağlayan bedenimi ısıtıp güldürmüştü çoktan. Isınıyordum hiç yoktan. İçten yanmalı yüreğim, 12 silindirli beynimi hepten zorluyordu. Hislere ek sözler, tutku emareleri hepsi en yüksek değerlere ulaşıyordu. Ya tutku tüketiminden gidecektim ya da ek söz zehirlenmesinden.

Kısacası zihnimizde özgür olamadıkça, bir kitabın iki satır aralığı mesafede soluk alırız da, bazen iki kıta kadar uzağızdır.